2010-08-28

Fethullah Gülen İntihal(edebi hırsızlık) mı yaptı?

(Meydana çıktığı tarihte gözlerden kaçtığı ya da üzerinde gerektiği kadar durulmadığını düşünerek bu önemli konuyu bu gün tekrar gündeme taşıyoruz. Murat Bardakçı yazıyor...)


"SÖZÜ hiç uzatmadan, kısaca ve apaçık söyleyeyim:




Hafta içerisinde Fethullah Gülen’in son kitaplarından birini, ‘Buhranlar Anaforunda İnsan’ı okumaya başladım ama daha ilk sahifeden itibaren ‘Ben bu cümleleri bir yerden hatırlıyorum’ dedim, düşündüm ve buldum: Fethullah Gülen’in makalelerden oluşan kitabının ilk kısmı, 1949’un 15 Ocak’ı ile 1950’nin 22 Mayıs’ı arasında başbakanlık yapan, İsmet Paşa’nın ve tek partili dönemin son başbakanı olan ve tarih, iláhiyat ve ahlák konularında çok sayıda eser veren bir zamanların çok önemli bir bilimadamının, Şemsettin Günaltay’ın 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türk toplumunun düşünce yapısını derinden etkileyen ‘Zulmetten Nura’ isimli gayet meşhur kitabı ile neredeyse kelime kelime aynıydı.



Fethullah Gülen, Şemsettin Günaltay’ın ilk baskısı 1915’te yapılan ve hálá da sık sık basılan kitabının ‘Tanzimatçılık Devri ve Netáyici (sonuçları)’ başlıklı bölümünü günümüzün Türkçesi’ne uyarlamış, makalenin adını değiştirerek ‘Aydınlık Kapıya Doğru’ yapmış ve eseri bizzat yazmış gibi, kendi ismiyle yayınlamıştı. Ama yayın sırasında başka bazı değişiklikler de olmuş, meselá Günaltay’ın makalesinde geçen ‘Türk’ sözü, Gülen’de her nedense ‘mü’min’ halini alıvermişti.



Şemsettin Günaltay’ın bundan 89, Fethullah Gülen’in de sadece dört ay önce yayınlanan kitaplarından birbirleriyle neredeyse aynı olan bazı cümleler, yandaki sütunda yanyana yeralıyor. Günaltay’dan aynen yapılan aktarmalar sadece bunlardan ibaret değil, daha pek çok ve işin daha da garip tarafı, bütün bunlar olup biterken, Şemsettin Günaltay’ın adının Gülen’in kitabında bir defa olsun geçmemesi.



Daha hemen giriş yazısı bir başkasına ait olan ‘Buhranlar Anaforunda İnsan’ isimli kitaptaki diğer makalelerin menşei konusunda doğan şüpheleri gidermek de, artık işin meraklılarına düşüyor.



Avrupa’da fizik okudu, tarih profesörü ve başbakan oldu



TEK parti iktidarının son başbakanı olan Şemsettin Günaltay, 1883 yılında Erzincan’ın Kemaliye İlçesi’nde doğdu. Yüksek Muallim Mektebi’nin fen şubesini bitirdi, bu arada Arapça ve Farsça ile dini ilimleri öğrendi ve İsviçre’ye giderek Lozan Üniversitesi’nde fizik okudu.



Türkiye’ye dönüşünde çeşitli okullarda öğretmenlik ve müdürlük yaparken felsefe ve sosyal konularda makaleler yayınladı, tarihçiliğe ağırlık verdi ve 1914’te İstanbul Üniversitesi’nin tarih profesörlüğüne tayin edildi. 1915’te İttihad ve Terakki Partisi’nden Bilecik milletvekili oldu, bu arada hem edebiyat, hem de iláhiyat fakültelerinde dersler verdi. Milli Mücadele’nin başlamasıyla Anadolu’ya geçip Ankara Meclisi’ne katıldı. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin İstanbul şubesinde çalıştı, Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşunda yeraldı, kurumun 20 yıl süreyle başkanlığını yaptı ve bu arada Atatürk’ün talimatıyla CHP’nin İstanbul örgütünü oluşturdu.



15 Ocak 1949’da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından başbakanlığa getirilen Şemsettin Günaltay, tek parti döneminin son başbakanı oldu ve görevini 1950’nin 22 Mayıs günü Adnan Menderes’e devretti. 27 Mayıs ihtilálinden sonra Temsilciler Meclisi üyeliğine atandı ve 1961’de İstanbul’dan senatör seçildi. Günaltay, 19 Ekim 1961 günü İstanbul’da prostat kanserinden vefat etti.



Fiziğin yanısıra tarih, ahlák ve din konularında çok sayıda yayın yapan Şemsettin Günaltay, döneminin etkili yazarlarındandı. En önemli eserleri kabul edilen ‘Zulmetten Nura’, ‘Huráfattan Hakikate’, ‘Maziden Átiye’ isimli kitaplarında Türkiye’nin o günlerde içerisinde bulunduğu sıkıntıların çaresinin milliyetçiliğin güçlenmesinden geçtiğini söylüyor, İslamiyet’in ilk dönemlerindeki saf haline dönülmesini istiyor, milli ve çağdaş ilimlerle güçlendirilmiş bir eğitimi savunuyordu.



İŞTE, Başbakan



Günaltay’ın Gülen’i ‘etkileyen’ cümleleri!



... Münevver züppeler, şimdiye kadar İstanbul sultanlarının sağmalı olan Anadolu’ya gidip gezmeyi hiç düşünmemiş; köylülerle, Anadolu ibişleriyle konuşmayı, onların ruhunu anlamayı hatırlarına bile getirmemişlerdir. Konaktaki Aşçı Mehmed, Ayvaz Hasan, İspir Ali ile konuşanlar varsa, o da sırf diliyle alay, saflığıyla istihza etmek içindir. Beyefendinin Frenk ruhunu tedkikten, Paris’in ezvák-ı durá-durunu (uzakta kalan zevklerini) özlemekten, Fransız Edebiyatı’nın ince noktalarını araştırmaktan kendi vatanını düşünmeye, Anadolu’sunu gezmeye, Anadolu’nun hastalıklarını, marazlarını deşmeye vakti yok ki! Hem bu kaba Türklerle uğraşılır mıymış?.. Şimdiye kadar aldığı terbiye, sevimli ve şık madmazellerin, muhterem ‘saint’lerin, insaniyetperver misyonerlerin öğrettiği prensipler, onda öyle bir zihniyet hásıl etmiştir ki, kendisine hitaben ‘Türk’ diyecek olursanız, bunu en büyük hakaretlerden addeder ve pür-feveran ateş kesilir (Günaltay, sah: 157).



... Bir kesim, kendisinin sağmal’ı saydığı Anadolu’yu hep horlamış; bir kerre olsun gidip orada dolaşmayı, kendi insanı ile görüşüp konuşmayı hiç mi hiç düşünmemiş; onların dünyalarına yükselip onlarla hemhál olmayı, ruhlarını keşfedip anlamayı asla hatırına getirmemiştir. Ara sıra bir kahveci Ali, aşçı Hasan, berber Süleyman’la görüşenler olmuş ise de bu onların diliyle alay, safvetleriyle istihza ve anlayışlarıyla eğlenmek için olmuştur. Bu kesimin insanı, frenk ruhunu tedkikten, batı yakası zevkleriyle sermest olmakdan, Fransız ve İngiliz edebiyatının inceliklerini araştırmakdan, kendi dünyasını düşünmeye, onun insanıyla içli-dışlı olmaya ve onun dertlerini dinlemeye kat’iyyen vakit bulamamıştır! Onun şimdiye kadar ruhuna içirilen terbiye anlayışı; sevimli ve şık matmazellerin, muhterem saintlerin, insanlık hayranı misyonerlerin! Onun demine-damarına işlercesine ruhuna aşıladıkları prensipler, onda öyle bir düşünce yapısı meydana getirmiştir ki, bugün kalkıp kendisine ‘mü’min!’ diye sesleniverseniz, bunu yüzüne savrulmuş en büyük hakaret sayacak ve sizi huzurundan kovacaktır (Gülen, sah: 1).



... Panaromanın diğer tabakasına geçiniz! Orada büsbütün başka bir manzara! Her nevi teceddüde muárız, terakkiye doğru atılacak her hatveyi tevkife sái öteki yádigárlar! Milliyetlerinden ne kadar uzaklaşmışlarsa berikiler de máziye gömülmeye o derece meftun. Evvelki, Frenk olmadığı için Türk’ü ne kadar hakir görüyorsa, beriki de ábá-i vácidádından görmediği için çatalla yemek yemeyi o kadar günah (!) addediyor (Günaltay, sah: 158).



Şemsettin Günaltay’ın eserinin ‘semere’ bahsi.



... Madalyonun diğer yüzündeki manzara da bundan farklı değildir. ...her nev’i yeniliğe muarız, terakki ve tekámül istikametinde atılan her adıma muhalif, sinesi öbür álemin heyecanlarından mahrum, düşünceleri hakikatsız ve her türlü ilmi araştırmayı günah sayan sığ bir güruh almıştır. Öncekiler, milletlerinden, milli ruhdan uzaklaşmayı yenilik ve inkılap saymakla; sonrakiler de şekli bir maziye ve onun kuru ve ruhsuz yanlarına saplanıp kalmakla milletlerine ihanet etmişlerdir. Birinciler, frenkleşmediği için kendi milletlerini dahi hor görecek kadar yabancılaşmış; berikiler ise sırf eski devirlerde bulunmadığı için bir kısım teknik gelişmeleri, yeni icad ve keşifleri, devriyle hesaplaşabilecek güçte fikir akımlarını bid’at saymış, lánetlemişlerdir (Gülen, sah: 2).



... Her millet kendi ruh ve kabiliyetiyle mütenasip teşkilát ister. Milletlerin teşkilát-ı idariyye ve ictimáiyyeleri asrî ihtiyaçlarının, ruhi temayüllerinin mevlûdu değil midir? Ve öyle olmak icap etmez mi? (Günaltay, sah: 158).



... Oysa ki, her millet, kendi ruh ve kabiliyetine uygun, kendi düşünce ve inancı çizgisinde müessese ve teşkilát ister. Rica ederim; milletlerin idari ve içtimai teşkilátları, maarif ve düşünce akımları, asrın ihtiyaçlarının ve milletin ruhî temayüllerinin neticesi değil midir? (Gülen, sah: 2).



... Muhtelif milletlerin tarz-ı ıslahat ve tanzimatlarını teşrih eden saháif-i tarih tedkik edilirse görülür ki bir milletin hayat-ı ictimái ve siyasiyesini tanzim, terbiyesini tekeffül, rehberliğini deruhte etmiş olanlar, kavánin-i tabiiyyeye tevfik-i hareket hususuna ne kadar gayret göstermiş, milletlerinin ruhuna, asrî ihtiyaçlarına ne kadar derinden nüfuz etmişlerse mesáilerinden o derece feyyáz semereler istihsal etmişlerdir (Günaltay, sah: 159).



...Dünden bugüne, muhtelif milletlerin ıslahat tarzları ve inkılábları araştırıldığında görülür ki; bir milletin ictimái ve siyasi durumunu tanzim, terbiye ve yükselmesini deruhte ve rehberliğini yüklenenler; hareketlerini fıtrat kanunlarına uydurma hususunda ne kadar titizlik göstermiş; milletlerin ruhuna ne kadar vákıf olabilmiş ve çağın getirdiği ihtiyaçlara ne kadar nüfuz edebilmişlerse, çalışmalarında o derece semereli olmuş ve milletlerine de o nisbette ölümsüzlük váadedebilmişlerdir (Gülen, sah: 3)."



Murat Bardakçı

Hürriyet

12.12.2004 08:41


***************************


Birisi doğru söylemiyor ama kim



BUNDAN bir buçuk ay önce, Fethullah Gülen’in imzasını taşıyan ‘Buhranlar Anaforunda İnsan’ isimli kitabın bir bölümünün İsmet Paşa’nın son başbakanı Şemsettin Günaltay’ın tááá 1915’te yayınladığı ‘Zulmetten Nura’ adlı eseriyle tıpatıp aynı olduğunu yazınca bazı çevrelerden bir hayli tepki almıştım. Derken, Gülen’in yayınevi ‘Fethullah Gülen, sözkonusu iktibasların başında ‘İfadenin Günaltaycası’ demiş ...fakat orijinal nüshadan temize çekme esnasında müstensih tarafından ‘İfadenin Günaltaycası’ kısmı hataen atlanmıştır’ demiş, yani kabahati üzerine almıştı.



İntihal konusu, Milliyet Gazetesi’nde günlerden buyana yayınlanan ‘Fethullah Gülen’le 11 Gün’ başlıklı röportajda da yer aldı. Gülen, röportajın önceki gün yayınlanan kısmında intihal meselesiyle ilgili soruya cevap verirken söze önce ‘mazmunların, mantukların ve mefhumların nesir olarak tecelli etmesi’, ‘şiirdeki tevárüd’, ‘nurlardaki mazmun ve disiplin’ yahut ‘zaruret mikdarı mahzurlu şeylerin mübah olması’ gibisinden bir kavramlar yığınıyla başlıyor ama birdenbire ‘Siz, farkında olmadan onlardaki mazmunu kendi üslubunuzla sunarsınız. ...Sözlerimize, satırlarımıza girmiş mantuklar, mefhumlar olabilir’ deyiveriyordu. Yani, ‘Kafası okuduklarıyla o kadar dolu bir hále gelmiş idi ki, başkalarına ait olan ifadeleri kullanmış olabilirdi’! Gülen, bu sözlerinden sonra yayınevinin açıklamasını da tekrarlıyordu.



Şimdi, sözkonusu intihalle ilgili olarak ortada birbirinin tamamen tersi olan iki açıklama bulunuyor: Açıklamalardan biri ‘Bu iş bizim hatamızdır’ deyip kabahati üstlenen yayınevine, diğeri ise hadisenin bizzat fáiline, yani ‘Farkında olmadan yapmış olabilirim’ diyen Fethullah Gülen’e ait. Dolayısıyla taraflardan biri açıkça doğru söylemiyor ama hangisi?



Ve bu arada, sözkonusu intihal meselesini yazmamın üzerinden haftalar geçmiş olmasına rağmen hakaret ve bazan da tehdit mailleri göndermekten hálá usanmayan málum zeváta küçük bir sualim olacak: Hani nerede sizin hoşgörünüz, diyaloğunuz, vesaireniz? İş zülf-i yáre dokununca bir köşeye mi kaldırıldılar?


Murat Bardakçı

23/01/2005

http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/01/23/588709.asp


**********




Yorum ve Tartışmaları Facebook Sayfamız Üzerinden Yapınız...



Facebook Sayfa Adımız: "Gerçek Tarih & Gerçek Kültür"



Diğer Sayfamız: "Cumhuriyet Tarihi"

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Bu ay öne çıkanlar