2010-11-01

BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU



Aşağıda aynen alıntılayacağımız bu mektubu yazan, ihtiyat zabit (yedek subay) adayı Hasan Edhem (1890-1915), İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıfına devam ederken aynı zamanda Bayezıt Numune Mektebi'nde muallimdi (1912). Gönüllü olarak katıldığı Çanakkale Savaşı'nda bu mektubu yazdıktan sonra şehitlik mertebesine yükselmiştir.

"Vâlideciğim,

Dört asker doğurmakla müftehir(övünen) şanlı Türk annesi!

Nasîhat-âmiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selâmlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.

Gözierimi biraz sağa çevirdim; güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir sadâ ile beni tebşir ediyorlardı... Nazarlarımı sola çevirdim; cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu...

Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım; hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım; güzel bir bülbül, tatlı sadâsıyla beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.işte bu geçen dakikalar ânında, hizmet eri;
- Efendim! çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
- Pekâlâ, dedim.
Aldım baktım, sütlü çay...
- Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
- Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
- Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
- İşte onun çobanından 10 paraya aldım.

Vâlideciğim,

10 paraya 100 dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.Fakat bu sırada düşünüyorum... Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor? dedim.Fakat yukardaki bülbül bağırıyordu:
'Validen kaderine küssün, ne yapalım... O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi...
'Şevket merak etmesin; o görür, belki de daha güzellerini görür.Fakat vâlideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Şevketle Hilmi de senin sayende görecektir.

O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri EZAN okuyordu.Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu.

EZAN bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaatle namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim;

'Ey âlemlerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halikı! Sen bütün bunları bu Müslüman Türk milletine verdin. Yine onlarda bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan bu millete mahsustur.
'Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; İsm-i Celâlini İngilizler'e ve Fransızlar'a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana duâ eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle! diyerek bir duâ ettim ve kalktım.

Artık benim kadar mes'ût, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Anneciğim, oğlun Hâlit de benim gibi güzel yerlerdedir.Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşâallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı?Kadir'e mektup yazdım.Vâlideciğim, evdeki senet ve saireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa, biz bilmiyoruz deyin.Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim, bu dünya böyledir.Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.

Vâlideciğim, çamaşır falan istemem; paralarım duruyor, Allah razı olsun."

Oğlun Hasan Edhem,
04 Nisan 1331 (17 Nisan 1915)
(Kaynak: Harp Mecmuası, 1915, No. 22, s. 351)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Bu ay öne çıkanlar