2011-11-04

O da ABD ajanıydı; eski başbakan Şükrü Saraçoğlu

O da ABD ajanıydı; Eski Başbakanlardan Şükrü Saraçoğlu



  • Türkiye 2. Dünya Savaşı’na girmekte kararsızdı. Ortalık ajan kaynıyordu.
  • Bir de spor kulübü kisvesiyle Yahudiler’i Filistin’e taşıyan gizli teşkilat vardı.
  • Bugünkü Hapoel Haifa, o gün Hapoel İstanbul’du. Hollanda’nın ünlü Ajax kulübü de bu amaçla İstanbul’da kuruldu.
  • Beşiktaş, Anadolu’ya silah kaçırıyordu. Babam da, bu teşkilatın içindeydi. Siyah-beyazlılar, bu nedenle Kuvay-ı Milliye’nin takımıdır.
  • Galatasaray’ı Masonlar, Fenerbahçe’yi ise Rum kopiller kurdu.
  • ABD’li ünlü casus Allen Dulles, İstanbul’a gelerek istihbarat ağı oluşturdu.
  • Türkiye’ye ‘Yellow’ yani ‘Sarı’ kod ismini verdi. Yazışmalarda “Harem’den alınan bilgiye göre” ibaresi vardı.
  • Bütün belge ve bilgiler, sadece onun üzerinden Amerika’ya gidiyordu.
  • Harem kod adlı ünlü Türk yönetici, Başbakan Şükrü Saracoğlu’ydu.
KOD ADI: HAREM
II. Dünya Harbi sırasında İstanbul’da casuslar savaşı yaşanıyordu. Devrin Başbakanı Amerikalılar’a casusluk yapıyordu. Bunu bir tek Cumhurbaşkanı İnönü biliyordu.


BAŞLARKEN
İstanbul. Dünyanın en görkemli ama aynı zamanda en esrarengiz kentlerinden biri. Bu yazı dizimizde, yazar-araştırmacı Aytunç Altındal ile birlikte, binlerce yıllık sırları içinde barındıran bu yaşlı kentin, geçmişten bugüne kıskançlıkla kendisine sakladığı sırlarını gün ışığına çıkartacağız. Daha doğrusu bu gizemli yolculukta Altındal bize rehber olacak, biz de sizler için Bizans döneminden bu yana kimi zaman efsanelerin, kimi zaman üzeri hiç açılmamış gerçeklerin izini süreceğiz.


Aytunç Altındal

Mesela; ‘nın üzerindeki manyetik alanlardan, kentin altından akan gizli bir nehrin karanlık sularına birlikte gireceğiz. Çemberlitaş’ın altını kaldırıp bakacağız, gerçekten İsa’nın haçı ve kutsal kase orada mı gizli? Uzaydan gelen kozmik taşlarla insanların kaderlerini değiştiren Elmas Hanım’ın, Samatya’daki şimdi artık yıkılıp gitmiş ahşap evini birlikte ziyaret edeceğiz. İstanbul mezarlıklarında yetişen Mandrake adlı bitki ile yapılan ölümcül kara büyülerin izini süreceğiz. Mısır’dan kaçırılıp, Fransa’daki mumya yiyicilerine götürülen 2 bin yıllık bir mumyanın, İstanbul’daki garip öyküsünü öğreneceğiz. Ve tabii dünyanın en gizli örgütlerinden Gül ve Haç’ın İstanbul’daki gizemlerini de. Kısaca, geçmişten bugüne kurulan bu sırlar köprüsünde heyecanlı günler bizi bekliyor. Bu arada küçük bir notumuz var okura; Bu söyleşi, dostlukları çok eskilere dayanan iki arkadaşın sohbeti aynı zamanda. Bu yüzden ‘samimiyetine dokunmadan’ yayınlıyoruz. Yazı dizimizin ilk iki gününü, Şehri İstanbul’un casusluk öykülerine ayırdık:

ARDA USKAN: Sevgili Aytunç, bütün dünyanın bildiği gibi İstanbul gerçekten yüzyılları kapsayan gizemleri içeriyor. İstersen biz önce en somut olanından, İstanbul’da yaşanmış casuslar savaşından başlayalım. Yanılmıyorsam bu topraklar hala bu savaşlara tanıklık ediyor.

AYTUNÇ ALTINDAL: Evet, Türkler’in Anadolu’da ilk örgütlenmeye başladıkları günlerden beri varlar. Soğuk savaş yıllarında ise Türkiye’den en az 10 bin casus ve ajan gelmiş geçmiş.

Peki bilinen ilk casuslar kimler?
Bunlar özellikle Fransız ve Cenevizli casuslar. Anadolu’yu baştan aşağı dolaşmış bu adamlar. Belgeleri ise ilk kez 2005 yılında Fransa’da yayınlandı. Bilinen ilk casus Fransız Şövalye tarikatları adına çalışan Jean le Jaune diye biri. Sarı Jan diye anılan bir casus bu. Düşün, yıl 1332.

O zaman Anadolu ne durumda?
O zaman Anadolu ‘Natolia’ diye anılıyor. Henüz Anatolia bile değil. Natolia taşra demek. Bizans’ın taşrası. Bizanslılar, Türkler, Selçuklular birlikte yaşıyorlar. Bu Sarı Jan Anadolu’ya geldiği zaman Kuran okuyabilecek kadar iyi Arapça biliyor. Türkçe konuşup, Türk kıyafetleri giyiyor. Kimse yabancı olduğunu anlayamıyor. Böylesine iyi yetirilmişler yani.

Yani bizim bu ‘yol geçen hanı’ durumumuz çok eskilere dayanıyor.
Öyle. Anadolu topraklarında bunlar her zaman faaliyette bulunmuşlar. İlginç olan gelenlerin hepsinin yüksek eğitimden geçmiş olması ve Müslümanlar’dan ayırt edilememesi. O zamanki şartları düşünsene.


Peki daha sonra
Önce sırada I. Dünya Savaşı dönemi var. İstanbul ve çevresinde çok önemli casusluk faaliyetleri oluyor. Gelenlerden en ünlüsü Sidney Reilly diye bir adam. Yahudi asıllı, inanılmaz maceraperest biri. O günkü standartlara göre gelmiş geçmiş en büyük ajan bu. Hatta Ian Fleming’in, James Bond’u yaratırken bu ajandan ilham alarak yazdığı söylenir. Sidney Reily ayrıca, meşhur Yavuz zırhlısı olayını yönlendirmek için özel çalışmalar yapmış biri.


Sidney Reilly



Yavuz ve Midilli zırhlılarını, I. Dünya Savaşı sırasında Almanlar bize vermişler galiba.
Evet ama bir şartları var. Bu zırhlılar ile Karadeniz’e çıkıp Rus donanmasını bombalayacağız! Enver Paşa’nın emriyle bu iki gemi Karadeniz’e açılacak ama içinde Almanlar var, bombalayacak olan onlar. Sonra malum, onlar Ruslar’ı bombaladılar ve dolayısıyla savaşa biz de girmiş olduk.

Bizim James Bond Sidney’in rolü ne?
Adam İngiltere’nin bu işler için gönderdiği ajan! İngilizler anlaşmanın yapılmasını istemiyor. Reily kendini İstanbul’da Rum asıllı tüccar Nico olarak tanıtıyor. İsmini hep değiştiriyor zaten. Türkler’in bu iki zırhlıyı almalarına engel olmaya çalışıyor. Bolşevik ihtilalinden hemen sonra da Lenin’i öldürmek için Moskova’ya gidiyor, fakat orada kayboluyor. Ondan sonra da izine rastlanmıyor.

Gerçekten roman kahramanı gibi.
Hem de nasıl? Mesela birçok kadınla evlenip boşanıyor, yakışıklı bir adam ve evlendiği kadınlar bile bunun kim olduğunu bilmiyorlar. Çok büyük paralar kazanıp kumar, kadın ve uyuşturucuya harcıyor. Bir keresinde İngiltere’de zengin yaşlı bir adamın genç karısını baştan çıkarıyor. Adam kalp krizinden ölünce, kadınla evleniyor. Kocayı öldüren de bu. Adamın ölüm raporlarını, kendisini doktor olarak gösterip yine kendi imzalıyor. Meğer yaşlı adamı zehirlemiş. Sonra kadınla evlenip paralara konuyor. Böyle bir adam işte. Artık senaryosunu yazmaya başlayabilirsin.

Başladım bile Reily’yi de sen oynarsın artık. Peki sonra.
Geliyoruz II. ikinci dünya savaşına. O dönem dünyanın en ünlü casusları hem İstanbul’da hem Ankara’da cirit atıyorlar. Üstelik bunlar en üst düzey casuslar.

Hazretler bu kez hangi amaçla geliyorlar?
Çünkü Türkiye II. Dünya Savaşı’na girip girmemek konusunda kararsız. Girmek istemiyor aslında. Bir tek Başbakan Refik Saydam savaşa girmekten yana. Ajanları yollayanlar Almanya ve İngiltere. Bir de o arada İstanbul’da bir Yahudi teşkilatı var. Onlar da Yahudiler’i kurtarmaya ve Filistin’e yerleştirmeye çalışıyorlar. Bunlar aslında I.Dünya Savaşı sırasında İstanbul’da kurulmuş spor kulüpleri. Mesela bugün Hapoel Hayfa diyoruz, o zamanki adı Hapoel İstanbul. Mesela ünlü Ajax Takımı’nın kurulduğu ilk yer de İstanbul. Bunlar hep Yahudilerin kurduğu teşkilatlar. Spor kulübü kisvesi altında çalışıyorlar.

Spor tesisleri ve casusluk. Vay be!
Evet, bizim Beşiktaş Kulübü de öyledir. Beşiktaş önce Jimnastik Kulübü olarak kuruluyor, aslında Anadolu’ya silah kaçırıyorlar. Benim babam da o teşkilatın içindeymiş. 1920-21 yıllarında hem Beşiktaş’ta futbol oynamış, kaptanıymış hem de Haysiyet Divanı Başkanı’ydı. Cavit Altındal. Ama esas işleri Anadolu’ya silah götürmekmiş. Beşiktaş onun için Kuvayi Milliye’nin takımıdır.

Eee. Bizim Galatasaray ne takımı oluyor?
O Mason takımı. Fenerbahçe de kopil takımıdır. Rum kopilleri takımı.

Vallahi öldürürler seni.
Yok canım ben bunu televizyonda da söyledim. Zaten adamlarının stadının ismi ‘Papazın Çayırı’.

Şu anda Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı olan Papazın Çayırı, 1949
Şimdi II. Dünya Savaşı’nda İstanbul’da başka kimler de var ona bakalım. Ludwig Moyzich mesela. O da Alman SS casusu. Knetchbull Hügesen ise hem İngiliz Büyükelçisi hem de Malta Şövalyeleri ve Saint George Şövalyeleri tarikatı üyesi. Sene 1939-1945 arası. Elçinin bir yardımcısı var, Arnavut asıllı bir Türk vatandaşı. Kod adı; Çiçero.

Hughe Knatchbull-Hugessen


O meşhur Çiçero?
Evet. Şimdi bu Çiçero, İngiltere Büyükelçisi Knetchbull Hügesen’den İngiltere’ye ait bütün gizli belgeleri çalıyor ve Almanya’ya satıyor. Düşünsene adam onun yardımcısı.

Casusun hakkından casus gelir.
Aynen. İngiliz casusunun asistanı Çiçero. Almanlar’ın casusu aslında. Almanlar Çiçero’ya bunun karşılığında 500 bin mark ödeyecekler. Ödüyorlar ama sahte mark olarak. Sonunda Çiçero, Fransa’da kapıcılık yaparak beş parasız ölüyor. Bu arada bir de Frankfurther Algemeine gazetesi adına gönderilen Alman gazeteciler var. Bunlar ‘uyuyan ajan’ olarak Türkiye’ye sokuluyor. Buraya yerleşiyorlar. Şayet savaş kaybedilirse ondan sonrasında neler yapılacağını planlayacaklar. Geldikleri yıl 1943.

Savaş bitmeden 2 yıl önce.
O sırada Almanların Türkiye için gizli bir projesi var. Bu projenin kod adı; Gertrude. Bu proje çerçevesinde Almanlar bizi sanat ve kültür aracılığı ile etkileyecek ve Alman hayranlığını yayacaklar. O günlerde en ünlü besteciler, yazarlar, ressamlar getiriliyor Türkiye’ye. Ve bu organizasyonun Türkiye ayağında ise birinin adı geçiyor; Zeki Ülkütay.

Organizatör yani
Dahası. Sanki ortada Zeki Ülkütay diye birisi varmış ve bu adam dünyaca ünlü herkesle ahbap, herkesi tanıyor, bütün işleri o ayarlıyor. Almanlar adına çalıştığı söyleniyor. Ama gerçekte Zeki Ülkütay diye bir şahıs yok! Hiçbir zaman da bulunamıyor zaten ve kim olduğu bir sır olarak kalıyor. Şimdi yıllar sonra Alman Deuche Bank’ın gizli belgeleri, hesapları yayınlandı. Onlara bakıyorum.

Hocam Deuche Bank’ın gizli belgesinden sana ne? Neden bakıyorsun?
Önemli. Bak oradan ne çıktı! Uzun yıllar sonra 1999 senesinde İsrail, Türkiye’den savaş tazminatı istedi. Dediler ki, ‘Siz, II. dünya savaşı sırasında Almanlar’a krom sattınız. Satmasaydınız Almanlar savaşa devam edemeyecekti, dolayısıyla savaş daha erken bitecekti ve bu kadar Yahudi ölmeyecekti! Daha önemlisi, Almanlar sizden aldıkları krom karşılığında, size Yahudiler’den gasp ettikleri altınlarla ödeme yapmışlardır!’

Şu ‘Alman altınları söylentisi’ bu herhalde.
Bu altın hikayesi Türkiye’nin önüne getirildiği dönem, 2003 yılı ve Ecevit’in hükümet olduğu dönem. Dışişleri Bakanı da Şükrü Sina Gürel. Şükrü Bey bunu araştırmak için bir grup oluşturdu. İlber Ortaylı, ben ve büyükelçi Nuri Bey. Biz üçümüz bu tazminattan kurtarabilmek için belgeleri araştıracağız. İsrail 625 milyar dolar istiyor bu arada. Alman bizden krom almış, karşılığını ödemiş. Bizi ne ilgilendirir bu Alman altını mıdır, Yahudi altını mıdır, değil mi? Bu nedenle o araştırma sonunda Deuche Bank belgelerine baktım. ‘Zeki’ ismini biliyordum, bu isme orada rastlayınca bağlantıyı kurdum. İşte o belgelerdeki kişi Zeki Ülkütay’dı. Yaklaşık 1600 Napolyon altını onun adına bankada kayıtlı. Ama paralar adamın değil. Alman istihbaratı tarafından Türkiye’ye ödenmesi için uydurulan bir isimden ibaretti bizim Zeki Ülkütay efendi. Hayali bir kişi yaratılmış ve ödemeler yapılmıştı. Ben bunu 2000 senesinde gördüm ama savaştan sonra bir tek altın bile çekilmemiş. Sadece kayıtlarda duruyor.

Ve casusluk olayları yavaş yavaş günümüze doğru geliyor.
Henüz gelmiyor. Daha 1941′lerdeyiz çünkü. O günlerde Türkiye ile Almanya arasında bir saldırmazlık paktı imzalanıyor. Ama bu anlaşmayı isteyen Stalin. O zaman Hitler ile savaşta değil, işbirliği halindeler. Bu anlaşma, bizim Başbakan Refik Saydam döneminde imzalanıyor. Malum İsmet Paşa Cumhurbaşkanı, diyor ki “Biz Almanlar’la her zaman dostuz, onlara saldırmayız.” İlginç bir şey oluyor ve Refik Saydam ölüyor. Ki bu da ilginçtir, yerine Başbakan olarak Şükrü Saraçoğlu geçiyor. Bak önemli bir şey anlatıyorum, Türkiye tarihinde ilk kez sen yazmış olacaksın.


Şükrü Saraçoğlu



Vay canına, tüylerim diken diken oldu.
Daha saçların dikilecek haberin yok. O günlerde Amerikan gizli servisi, İsviçre’de konuşlanmış. Çünkü tarafsız bölge. Ve servisin başındaki şahsın ismi de Allen Dulles. O dönemde CIA yok, eski adı OSS ve başında da Allen Dulles bulunuyor. Bunun bir erkek kardeşi var; John Foster Dulles.

Allen Dulles


Sonra ABD dışişleri bakanı oluyor.
Öyle, ağabeyi Allen Dulles aynı zamanda bankacı ve hukukçu.

Casusun da Ağababası.
Daha da öte. Dinle. Allen Dulles, İsviçre’den İstanbul’a geliyor ve bir istihbarat ağı kuruyor. Elemanları, bütün casusluk teşkilatları gibi kod adlarıyla çalışıyorlar. Türkiye’ye de bir kod veriliyor. Türkiye’nin kodu: Yellow, yani sarı. Türkiye demiyorlar yazışmalarda sadece ‘yellow’ diyorlar. Bir de, çok ünlü bir Türk yöneticiye kod verilmiş, o da; ‘Harem’ Yazışmalarda Harem kod adlı birisi var Türkiye’de yani. Yellow’un sorumlusu Harem diye geçiyor adam.

Peki kimmiş Harem?
Başbakan Şükrü Saraçoğlu. Başbakanın ta kendisi. Bu ilk kez sizde yayınlanacak! İnönü cumhurbaşkanı, Saraçoğlu başbakan o dönemde. “Sarı’dan -yani Haremden- gelen bilgiye göre.” diyor ABD kaynakları.

Saraçoğlu bir yandan da Amerikalılar’a bilgi veriyor.
Elbette. Bunu da bir tek İnönü biliyor. Şimdi Almanlar’la bir anlaşa yaptı ya, bakıyorlar savaş başka türlü gidiyor, Amerikalılar da Pearl Harour baskınından sonra girmiş savaşa. İster misin Amerika kazansın bu işi! Biz de Alman taraftarı olarak arada kaynarız gideriz maazallah! Saraçoğlu, Lozan Üniversitesi mezunu bir hukukçu ve İnönü’nün en güvendiği adam. Bu yüzden önce Şükrü Kaya’yı başbakanlıktan alıp Saraçoğlu’nu getiriyor yerine. Onun müttefiklerle aramızı düzeltecek bir yol bulmasını istiyor gizliden gizliye. İşte ‘Harem’ o zamanki CIA yani OSS’in Saraçoğlu için kullandığı kod adı. Bütün belgeler ve bilgiler bir tek onun üzerinden Amerika’ya geçebiliyor.

Sonuçta Harem, yani Şükrü Saraçoğlu, ABD istihbaratına bilgi ulaştırıyor!
Tamamen öyle. 1942-1946 yılları arası bir işbirliği yapıldı ve bu belgeler iki yıl önce açıklandı. Ama Türkiye’de hiç duyan olmadı. Bu olay Türkiye’deki istihbarat faaliyetlerinin boyutlarını göstermesi bakımından çok önemli.

(Arda Uskan, Takvim, Ekim 2010)




Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Bu ay öne çıkanlar