2011-12-10

Kaşığın Tarihçesi

Kaşığın Tarihçesi
Türk Dil Kurumu kaşık kelimesini "Sulu veya bazı ufak taneli yiyecekleri ağza götürmeye yarayan saplı sofra aracı" olarak tanımlamış. Çatal ve bıçakla beraber günümüze bir sofra takımının en ayrılmaz parçası olsa da kaşığın tarihi çok daha eskilere dayanmaktadır. Mısır firavunlarının hazinelerinde, altından yapılma kaşıklara rastlamak mümkündür. Yunan uygarlığında ise kaşığın yeri çok farklıdır.

Kaşık adının nereden geldiğine de bakmak lazım... Eski Türkçe’den günümüze “kaşuk” biçimiyle kullanıla gelmiş olan kaşık sözcüğü aslen “kaşı” ve/veya “kaşa” (oymak) kökünden türemiştir. Eski Yunancada da kaşık sözcüğü (mistron) yuvarlaştırılmış, içi çukurlaştırılmış ekmek anlamında kullanılmış olup sonraları metal kaşık için de kullanılmıştır.

Avrupa dillerinde de hep birbirine benzer isimlerle türemiştir kaşık... Fransızca “culillerê”, İspanyolca “cuchara”, İtalyanca “cucchiaio” sözcüklerinin Latince kökü olan “cocleare” yılan, yumurta yemeğe yarayan, bir ucu sivri ve sümüklü böcek kabuğuna benzeyen bir alettir.

Kelt dillerinde kaşığın kökü ise genellikle "yontma" kökünden türer. İngilizcede de “spoon” yontmak, çentmek ve “spade” (kürek) kökünden türemiştir. 

Avrupa'da özellikle 16. Yüzyılda önemi artan kaşıkların Osmanlı tarihinde ayrı bir yeri vardır. Osmanlıların yemek takımı kavramları 19. yüzyılın başında henüz yeni yeni oturmaya başlamadan önce kişisel olarak kullanılan tek yemek yeme gereci kaşıktır. Kullanılan kaşıklar yemeğin çeşidine göre de değişiklik göstermektedir. Ayrıca bu kaşıkların yapıldığı malzemeler de servis edilen yemeğe göre farklılaşırdı. Örneğin pilav, muhallebi kaşıkları madenden yapılırdı.

En sık kullanılan malzeme kemik, tahta ve sedeftir. Bazen çift malzemeli kaşıklar görülür. Sap kısımları kaplumbağa kabuğundan olup ucu mercan süslüsüne, abanoz, kemik, boynuz, fildişi, gümüş, altından yapılma pek çok sanat eseri kaşık örnekleri bugün müzelerimizi süslemektedir.

Ancak gerek Osmanlı'da gerekse Selçuklularda ahşap kaşıklar oldukça meşhurdur. Bugün hala Kastamonu, Konya. Kütahya, Akseki ve Geyve'de üretilen tahta kaşıklar, özellikle de şimşir olanları çok makbuldür. Özellikle Konya kaşıklan diğerlerine göre biraz daha kıymetlidir. Rivayetlere dayanan hikayesinde medrese Öğrencilerinin boş zamanlarında yaptıktan kaşıklan satarak gelir elde ettikleri, sonra da bunun bir gelenek haline geldiği anlatılır. Hatta Öyle ki 19. yüzyılın ikinci yansında bu kaşıklar Suriye, Mısır ve Cezayir'e kadar ulaşmıştır.

Büyük kepçelerle kahve ve sutlu tatlıların kasıkları sadece madendendir. Anadolu'ya baktığımızda, geleneksel olarak yemek türlerine göre kaşıkların gruplandırıldığı görülür. Çorba, pilâv, hoşaf, yemek, tatlı, sütlü tatlı, kahve, kavurma, dağıtma (servis) kaşıklarından başka hiç kullanılmayan süs kaşıklan, kaşık kullanımının ne kadar yaygın ve zengin olduğunu ortaya koyar. Bu kaşık türlerinin her bir grubu, kendi geleneksel özellikleriyle belirgindir. Yumurtanın uzunlamasına ikiye bölünmüş şekli gibi olan çorba kaşığı, asla hoşaf için kullanılmaz. Hoşaf kaşığı tam bir daire biçiminde olup, bir kürenin ikiye bölünmüş görüntüsündedir. Sapları çorbanınki gibi geniş olmayıp, yuvarlak ve incedir. Genellikle sap ve ağız bölümleri ayrı malzemeden yapılır. Kavurma kaşıklarının çukurluğu az, ama sapı uzuncadır. Yemek kaşıklarının derinliği çorba ve pilâv kaşıklarından daha azdır. Tatlı kaşıklarının malzemesi, ağız kısımlarında şimşir veya kemiktir. Saplan ise fildişi, mercan, sedef gibi değerli malzemeden yapılır.

Osmanlı sofra adabında çatal-bıçaktan çok önceleri yerini alan kaşığa biraz da sofra adabını düzenleme görevi yüklenmiştir. Osmanlı'nın 19. Yüzyıla kadar ortadan yemek yeme alışkanlığı olduğunu bilmekteyiz. Eğer Osmanlı İmparatorluğu'nda bir yemekte "kaşık görgüsüzü" ilan edilmek istemiyorsanız yemeği kaşığın daima size uzak tarafı ile almalı ve size yakın olan tarafıyla yemelisiniz.

Özellikle 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan salgın hastalıktan önlemek için bireysel çatal-bıçak taşıma alışkanlığı çok yaygınlaşmıştır. Saray ve üst düzey ulemanın gittiği her yere kaşığını ve çatalını götürmesi önemli bir gösterge haline gelmiştir.


Gül Fatma Koz
(Yemek-Nâme, Aralık 2010)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Bu ay öne çıkanlar