2012-08-11

Fethullah'çılar ayarı iyice kaçırdılar; Dağıttıkları siyer kitabında da diyalog fitnesi çıktı

Fethullah'çılar ayarı iyice kaçırdılar; Dağıttıkları siyer kitabında da diyalog fitnesi çıktı
Fethullah'çılar ayarı iyice kaçırdılar; Dağıttıkları siyer kitabında da diyalog fitnesi çıktı
"Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı EFENDİMİZ" isimli siyer kitabının müellifi , FETHULLAHÇI Nil Yayınları'nı bünyesinde bulunduran Kaynak Yayın Grubu'nun Genel Yayın Yönetmeni Dr. Reşit Haylamaz’dan Peygamber Efendimiz (Sallallahü Alehi ve Sellem)’e müteveccih çirkin iftira;

Muştu yayınlarının neşrettiği, Yeni Şafak gazetesinin de promosyon olarak dağıttığı “Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı EFENDİMİZ” isimli siyer kitabının müellifi Dr. Reşit Haylamaz “Cennet” başlığı altında sayfa 152’de bakın Peygamber Efendimize (sav)’e müteveccih nasıl çirkince iftiraya yelteniyor;



…Ancak O’nun hedefi, öncelikle bütün insanları rahmet ve şefkatle kucaklayıp, ümmeti arasında da, kelime-i tevhidin ikinci yarısını söylemekten kaçınarak kendisini kabul etmese bile “La ilâhe illallah” diyen herkesi buraya getirmekti. Çünkü O, “Kim, Lâ ilâhe illallah derse, cennete girer.” buyuracaktı. Daha baştan O (sallallahu aleyhi ve sellem), bunun için yaratılmış ve onun için de, ilk yaratıldığı hâlde gelişi sona denk getirilmiş; peygamberlik güftesine kafiye koyacak Son Sultan olduğu için de, bedeniyle ruhunun buluşması risâlet açısından en sona bırakılmıştı. (Gönül tahtımızın eşsiz sultanı Efendimiz/ Sayfa 152)



REDDİYE;

وَمَن لَم يُؤمِن بِاللَّهِ وَرَسولِهِ فَإِنّا أَعتَدنا لِلكٰفِرينَ سَعيرًا

Kim Allah’a ve Resûlüne iman etmezse bilsin ki biz, kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.
(Fetih Suresi 13)

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رضي الله عنه ، عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ قَالَ: وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَا يَسْمَعُ بِي أَحَدٌ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ يَهُودِيٌّ وَلَا نَصْرَانِيٌّ ثُمَّ يَمُوتُ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِالَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَّا كَانَ مِنْ أَصْحَابِ النَّار

Devrilmesi gereken ESAD değil, BOP eşbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetidir

Devrilmesi gereken ESAD değil, BOP eşbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetidir
Devrilmesi gereken ESAD değil, BOP eşbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetidir
Büyük İsrail projesi hiç bir zaman gerçekleşemeyecek, 400 senelik toprağımız Filistin tekrar bizim olacak ve üzerinde İsrail diye anılan bir devlet olmayacak. Türkiye'de kendini Türk ve Müslüman kimliğinde gösteren, yada kendilerini Ermeni olarak gösteren, veya kendilerini Alevi olarak gösteren, sayıları milyonları bulan, T.C. kimliği taşıyan çift kimlikli, hain Yahudiler, artık tamamen deşifre olacaklar... Bizim topraklarımız üzerinde, bizim devletimizde, bizim inançlarımızı, bizim fikriyatımızı, bizim ibadetlerimizi, bizden gözükerek yasaklayan bu hain kadrolar, gerçekten bizim olan bu devlette, bizim kanunlarımız ile adilane bir surette muhakeme edilip idam edilecekler... Vatana ihanetin mazareti olamaz...

***

Devrilmesi gereken ESAD değil, BOP eşbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetidir
Suriye'deki olayları CIA ve MOSSAD Türkiye ve Suudi Arabistan üzerinden başlattı. Bütün Ortadoğu, Libya ve Mısır'ı karıştıran teröristler Türkiye'de eğitildiler. Bunlara silah da Türkiye üzerinden gönderildi. Esad çok önceden kendini bu günlere hazırlamıştı. Suriye'nin yerli halkından hemen hemen hiç kimse bu isyana destek vermedi. Sünniler de Şiiler de Nusayriler de vermediler. Ve ESAD ın ordusu bunlara dokunmadı. ESAD katildir. zalimdir, bu doğru. Ama bu noktada bu zulmü yapmadı. 

Hal böyle olunca Özgür Suriye Ordusu denilen Suudi, Ürdünlü, Tunuslu, Libya'lı Selefi teröristler herkesi vurdular. Daha taze hadise, 4-5 gün önce bu çatışmalara karışmayan  el-Berri diye anılan en kalabalık sünni aşiretinin liderlerini sokak ortasında silahla tarayarak katl ettiler. Bunun üzerine  el-Berri  ve dört büyük Sünni aşireti daha çatışmalara katılma kararı aldılar, devletten yana taraf oldular ve ilk günde 160 Selefi teröristi öldürdükleri gibi bunların en büyük mevzilerinden birini de ele geçirdiler.

Suriye'ye dair bize anlatılanların en az %99 u yalan...

Şu anda Suriye de olsaydım, Suriye'li olsaydım, Suriye devletini desteklerdim. Ha, Esad iyi biri mi? Değil... Gitmeli mi? Evet... Ama şimdi değil... Büyük İsrail ve BOP planı başarısız olsun, Müslümanlar güçlensin, birlik olsun, siyasi bir otoriteleri olsun, o zaman Esad'ı da, gitmesi gereken diğerlerini de gönderelim. Kendimizi bile bile fitneye, sonuç alınamayacak, kazanılamayacak, kazanılabilse bile küçük kafesten büyük kafese girmek demek olacak bir mücadeleye atmayalım...

Hangi ahmak, orada Esad devrilince kendilerini ABD terörünün içinde bulacaklarını akıl edemez? Saddam gitti de Irak ne oldu? 2 milyon sivil katl edildi? 5 milyon yetim kaldı. Yüzbinlerce Irak'lı sakat kaldı. On binlerce kadının-kızın ırzına geçildi. Bunu Saddam yapabilir miydi? 

Kaddafi gitti ne oldu? Mübarek gitti ne değişti? Söyleyeyim, bu ülkelerde de tam bir Siyonist hakimiyet oldu. Petrolleri, madenleri kapış kapış Siyonist, Avrupalı, ABD'li firmalara gitti... Asıl şimdi sömürülüyorlar...

Başımızdaki hükümet samimi olsaydı, Irak tezkeresi için ABD ile 24 milyar dolara anlaşma yapacağına,"Komşuda yangın varken şahsi kanaatim yangına müdahale etmekten yanadır." diye diplomatik dille müdahale kararı çıkartmaya çalışacağına, tezkere geçirmeye çalışacağına, Libya, BM-NATO kılığındaki Haçlı Seferi ile vurulurken İzmir'i merkez üs yapacağına, İsrail'in güvenliği ve Büyük İsrail in kurulması için çıkarılacaküçüncü dünya savaşında kullanılmak ve Rusya'yı vurmak-Rusya'nın ve İran'ın müdahale gücüne karşı, füze kalkanını Malatya'ya koyacağına, Limanları tezkere ile veremeyince, gayri resmi yollarla ABD'nin kullanımına açacağına, ABD askerlerine "kahraman" diyeceğine, gerekirse hükümetten çekilirlerdi, gerekirse can verirlerdi de bunlara mani olurlardı. Devrilmesi gereken ilk kişi Tayyip Erdoğan'dır. Hükümet meşruiyetini yitirmiştir ve meşru yöntemlerle halk tarafından getirildiği gibi götürülmelidir. Yüce divan'a sevk edilmelidir. 

Bu yapılıdıktan sonra, devlet gücümüz ile, o da belki, bu Siyonist fitneleri ve Büyük İsrail'i önleyebiliriz. Bu şartlarda Müslüman Suriyelilerin, arkalarına ABD ve Siyonizmi alıp, onların silahlarını alıp, İncirlik üssünde eğitim görüp, yayladağı kampında İsrail'lilerden ve İngiliz SAT komandolarından eğitim alıp Esad'a karşı savaşmaları akıl alır şey değildir. Bu hareket tarzı özgürlük mücadelesi değil vatanları Suriye'ye ihanettir. İslami bir hareket değildir. Doğru bir tercih değildir.. Bunu yapanları Esad değil, yerinde kim olsa katl eder... Her devlet kendi siyasi otoritesine baş kaldıranlara idam cezası uygular. Harp eder temizler. Biz PKK'ya karşı neden güç kullanıyoruz?

| İsmini vermek istemeyen bir izleyici - mfs

Salih Mirzabeyoğlu ve İBDA-C gerçeği

Salih Mirzabeyoğlu ve İBDA-C gerçeği
Salih Mirzabeyoğlu ve İBDA-C gerçeği
Bir miktar kız kaçıran tozu, bir miktar anten borusu, birkaç da felsefi cümle... İşte size ümmetin kurtuluşu... İşte size İBDA-C ve Salih Mirzabeyoğlu...

Birileri şimdi yuuu, vuuu diye esmeye başlayacak biliyorum ama her konuda doğru bildiğimizi söylemek adetimiz.. 

Biz, resmini gördüğünüz, ağır zihin kontrolü/telegram zulmüne maruz kalmış arkadaşımızı takdir etmiyoruz, desteklemiyoruz ve zindandan çıkartılmasını da istemiyoruz. Ümmeti Muhammed'in evladına, sırf isim yapacağım diye, üç beş oturaklı kelam yazacağım diye, türlü türlü sıkıntı çektiren bu megaloman arkadaşımızın, tuttuğu yolu sağlıklı bulmuyoruz... Peygamberler ve ashab-ı kiram dışında herkesin eleştirilebileceğini hatırlatarak, gayet beyefendi bir şekilde ikaz ediyoruz;

1998-99 senelerinde kendisini ve bağlılarını ikaz eden ilim ehli kişilerin nasihatlerini dinlemeyip olmayacak bir hayalin peşine, yani "1999'da koca bir ümmeti kurtarma projesi" ne girişip, devlet otoritesini hiçe sayıp içeri girdiklerinde, ve ardından kız kaçıran tozu ve anten boruları ile yaptıkları ağır(!) silahları ile dışarı çıkmayı planlayıp hala daha bu saçma hareket tarzlarına devam etmek istediklerini gördüğümüzde, "Biraz daha yatsınlar, akıllanırlar. Devletin ne demek olduğunu anlarlar." ve "Amirleri/idarecileri hafife alanın dünyası, alimleri hafife alanın ukbası yıkılır." hadis-i şerifini de anlarlar demiştik ama beklediğimizden daha megaloman bir şahsiyet ile karşı karşıya olduğumuzu ancak yeni yeni anlıyoruz. Hiç bir şeyleri değişmemiş...

Bu arkadaşı zindandan çıkartmak isteyenlere diyoruz ki, boşuna uğraşıyorsunuz. Bunun zindanda kalışı bu ümmetin hayrınadır. Bu ülkedeki ehli sünnet gençliğin hayrınadır. Allah'ın zindanda tuttuğunu siz çıkaramazsınız. Hem belki de bu hal onun için hayırlıdır. Belki günahlarına bir nebze olsun kefaret olur... Bunun gibi hareket edip, Facebook'da sayfa açıp iki kelam yazabilmeyi yeterli bulanları, nefsinin şöhret, liderlik hırslarını terbiye edemeyip hemen kitap yazıp meşhur olmak isteyenleri, isim yapmak isteyenleri, lider olmak, konuşulmak isteyenleri de uyarıyor ve bu arkadaşımızdan ders/ibret almalarını istiyoruz. Halkın önüne geçip liderlik yapmak, sevk ve idare etmek öyle sadece güzel oturaklı cümleler yazabilmek kaabiliyeti ile yapılabilecek şey değildir. Zahiri ilimle/ezberle, akılla yapılabilecek bir şey de değildir. Hakiki bir mürşid-i kamilin himmeti gerekir. O mürşidin emir ile bu işlere girilmesi gerekir. 

Liderliğe talip olanların hepsinin sonu helak olmak olmuştur. Zira, Hz. Peygamber "Talip olma helak olursun, verilirse de al, imdat olunursun." buyurmuştur.

Başbakan Erdoğan eşbaşkan değil, bir taşerondur. İşi bitince çöplüğe atılır

Başbakan Erdoğan eşbaşkan değil, bir taşerondur. İşi bitince çöplüğe atılır
Başbakan Erdoğan eşbaşkan değil, bir taşerondur. İşi bitince çöplüğe atılır
ESKİ YOL ARKADAŞINDAN İLGİNÇ SÖZLER...

Gazete A24’e yaptığı açıklamada “Erdoğan ‘eş başkan’ değil, taşerondur. İşi bitince çöpe atılır!” diyen Abdüllatif Şener’den çok konuşulacak bir iddia daha. Şener’e göre basın, korktuğu için Başbakan Erdoğan’ın İsviçre hesaplarının üzerine gidemedi!

Abdüllatif Şener’le söyleşimizin üçüncü ve son bölümünde Büyük Ortadoğu Projesi’nden Arap Baharı’na, Türkiye-Suriye ilişkilerinden füze kalkanına, anayasa çalışmalarından PKK konusuna, Dersim konusundan başkanlık sistemine değin pek çok konuda merak edilenleri Gazete A24 okurları için konuştuk.

“Başbakan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin taşeronudur” diyen Şener, AKP’nin Türkiye’deki İslami duyarlılığı yok ettiğini de söylüyor. Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’de demokrasinin standardını aşağı çektiğini ifade eden Şener’e göre, basın Erdoğan’dan korktuğu için, Erdoğan’ın WikiLeaks belgelerinde yer alan İsviçre’deki hesaplarının üzerine gitmedi… İşte röportajımızın son bölümü…

Türkiye’nin dış politikası ile devam edelim isterseniz…

Türkiye’de küresel güçler tarafından en önemli karşı çıkışlar, Erbakan hareketi ile ortaya çıkmıştır. O hareket tümüyle tasviye olmuş, bugün mutlak anlamda küresel güçlerin, arzularına, isteklerine göre, hem ülkeyi yöneten hem de çevre ülkelerdeki dönüşümün taşeronluğunu üstlenen bir siyasi iktidar yapısı ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin, Suriye ile karşı karşıya gelmesi gibi…

Evet.

Ve şimdi füze kalkanı gibi bir bela var. Doğru mudur?

Evet. Türkiye’de bir siyasi iktidar var. Bu siyasi iktidar nasıl geldi, düşünebiliyor musun?

“ERDOĞAN NE SÖYLÜYORSA, TERSİNİ YAPIYORDUR”

Nasıl?

2002 öncesi partilerin, küresel güçlerle uyum tutmadığı ihtimali zaten görülmüştü. Çok da kötü bir konjonktüre geldiler tabii… 2001 krizi, 1999 depremi… Kamuoyunda da itibarları tasviyeye uğradı ve meclis dışı kaldılar. Onun yerine AKP geldi. Arkasından Irak işgali yaşandı. Şimdi ise, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da birtakım hadiseler meydana geliyor. Ve Başbakan 30’dan fazla farklı yerde “Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım” demiştir. Kendi ağzından… Hatta bir ara internet sitelerine düştü.

Konuşmalarında var. İki, üç sene önce bilhassa çok kullanıyordu. Sonra bıraktı bu cümleyi söylemeyi. “Bu ne demek acaba? Bu, Büyük Ortadoğu Projesi ne olacak?” diye hepimiz merak ediyorduk. Şimdi öğreniyoruz… Baktık ki, Kuzey Afrika’dan uzanıp giden bir değişim rüzgarı… Nasıl bir değişim bu biliyor musun?Başbakan arada bir İsrail ile ağız kavgası yapıyor ya… Ama yaptığı her iş de İsrail’in işine yarıyor. Ağzı ile kavga ediyor ama icraatlar hep İsrail’in menfaatine… Onun için, Başbakan’ın laflarına değil, icraatlarına bakmamız lazım…

“One minute” halk tarafından alkışlanıyor ama?

O ağızdan çıkan kavga kelimelerin amacı, halkın görmesini, anlamasını zorlaştırmak… Başbakan, ne söylüyorsa, yaptıklarının tersini söylüyor. Böyle bileceksiniz Başbakan’ı…

“DERSİM DE ÖZÜR VARSA, TAZMİNAT DA VAR”

Dersim Özrü…

Bir başbakanın özrü “Dersim’den özür diliyorum” diye olmaz. O zaman orada mağdurlar var. Tazminatlar ödenecekse ödeyeceksin, yükümlülüklerin varsa yerine getireceksin. Devlet adına ne kadar sorumluluğun varsa, hepsini gidereceksin. Bunu ortaya atarak, ortalığı karıştırmanın anlamı yok. Ortalığı dağıtmak için kullanılmaz bunlar…

Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olarak, Erdoğan’ın niyeti bölgede tek adam olmak mı?

Hayır. Görevini yapıyor. Ne tek adam olacakmış… Oradan bir kahraman çıkmaz. Görev bittiği zaman atarlar insanı çöpe… Kahraman olamayacağı bir yerde, taşeronluk üstleniyor. Onun ‘eş başkanlık’ dediğine ben‘taşeronluk’ diyorum. Nedir bu değişim rüzgârları? Küresel güçlerin çıkarları ile özellikle de İsrail ile uyumlu politika, uygulamayan ülkelerin yönetimleri tasviye oluyor.

Birincisi bu. Libya… Suriye… Ve İran’a sıçramayı düşünüyorlar. İkincisi, küresel güçlerin politikalarına ve özellikle de İsrail’in politikalarına uyumlu politika uygulayan yönetimler de, halka yabancılaşmış olmaları, diktatörvari yönetimleri nedeniyle, önümüzdeki yeni süreçleri yönetebilecek yetenekleri, ve güçleri olmadığından, değiştiriliyor.

Yani, uyum sağlamayanlar ve uyum sağladığı halde yeni süreçleri kaldıramayacak olanlar değiştiriliyor. Mısır, bunun en tipik örneğidir. Eskiden, küresel güçler laik liderler arardı, işbirliği için… Şimdi bundan vazgeçti. Kullanabileceği, kendi çıkarlarını sürdürebileceği, dindar görünümlüler daha makbul hale geldi. Bu da, bölgemizde olup biten olayları yorumlamak açısından önemlidir. Ana çizgi değişimidir. Bunun altını çizmeniz gerekir.

Eskiden ‘eş başkanlar’ laik olanlar mıydı, bunu mu anlayalım?

Arakan için toplanan yardımlar Budistlere dağıtılıyor

Arakan için toplanan yardımlar Budistlere dağıtılıyor
Arakan için toplanan yardımlar Budistlere dağıtılıyor
Arakan'da yaşanan Budist vahşeti tüm hızıyla sürerken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Myanmar'a yaptığı skandallarla dolu ziyaretin yankıları sürüyor. Müslümanlar için toplanan yardımları Kızılhaç'a teslim ederek, katil Budistlere dağıtan bakanlığın, son ve hak din olan İslam'la Budizmi yan yana getirerek; "İslam ve Budizm barışın dinidir" demesi, bardağı taşıran son damla oldu. 

Budizm barış diniymiş

Myanmar'a yaptığı ziyaret sırasında Müslümanları katleden hükümetin ağırlamasından son derece memnun kaldığını ifade eden Davutoğlu ardından Budist kampları ziyaret etti. Kampta bulunan Budist rahibi de ziyaret eden Davutoğlu, Budist rahibe; "Sizin liderliğinizde Budistlerle Müslümanların barış içinde yaşayacaklarına inanıyorum" dedi. Bakan Davutoğlu'nun "İslam ve Budizm barışın dinidir" demesi "Bu kadar da olmaz" dedirtti.

Fitre ve Zekâtlar Budistlere

Arakan için başlatılan yardım kampanyası sürecinde gazete ve  televizyonlarda yer alan reklamlarda yardımların Arakanlı Müslümanlar için toplandığı belirtilse de durum bunun tam tersi. Müslümanlardan toplanan yardımlar katil Budistlere de dağıtılıyor. Mübarek Ramazan ayında fitre ve zekatını Arakanlılara gönderen vatandaşlar, verdikleri zekat, fitre ve bağışların Budistlere dağıtılmasından oldukça rahatsız.

Bu ziyaretin amacı neydi?

Davutoğlu'nun ziyaretinin ardından Arakan'da değişen herhangi bir şey olmadı. Katliamlar devam ederken dünyanın yaşananlara ilgisizliği sürüyor. Arakanlı Müslümanlar için değişen bir şey yoksa, bu ziyaretin neden gerçekleştirildiği merak ediliyor.
Uzun yıllardır Myanmar devleti ile devletin desteklediği Budist çetelerin zulmü altında inleyen Arakan Müslümanlarına bir darbe de Türkiye'nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'ndan geldi.

Bu neyin teşekkürü

Arakan'da yaşanan zulmün dünya gündemine gelmesiyle yanına gazetecileri alarak Myanmar koşan Davutoğlu ilk olarak Mynamar Dışişleri Bakanı Wunna Maung Lwin, sonra da Devlet Başkanı Thein Sein'i ziyaret etti. Arakan'lı Müslümanları katleden hükümetin ağırlamasından son derece memnun kaldığını ifade eden Davudoğlu'nun açıklamalarının tonajı hayret uyandırdı. Özellikle Libya ve Suriye'de yaşanların ardından şahin kesilen Davudoğlu katliamcı yönetim hakkında en ufak bir serzenişte bulunmadı. Arakan'lı Müslümanları katleden Mynamar hükümeti ve Budist çeteler değilmiş gibi konuşan Davudoğlu, daha da ileri giderek konukseverliğinden dolayı Myanmar'lı muhatabına teşekkür etti.

İslam ve Budizm barışın diniymiş

Türkiye'den giden yardımı BM'ye teslim eden Davuduoğlu ve beraberindeki heyet Budist kamplarını da ziyaret etti. Davudoğlu'nun bu kampları gezerken yaptığı açıklamalar ise şaşırttı. Kampta bulunan Budist rahibi de ziyaret eden Davudoğlu, sanki olayları Müslümanlar başlatmış gibi Budist rahibe, "Sizin liderliğinizde Budistlerle Müslümanların barış içinde yaşayacaklarına inanıyorum" dedi. Bakan Davutoğlu, "İslam ve Budizm barışın dinidir" demeyi de ihmal etmedi.

Yardım skandalı

2012-06-16

"Eşimin Sabetayist olduğunu 30 sene sonra öğrendim" Özdemir Erdoğan

"Eşimin Sabetayist olduğunu 30 sene sonra öğrendim" Özdemir Erdoğan
"Eşimin Sabetayist olduğunu 30 sene sonra öğrendim" Özdemir Erdoğan

"Şarkı Söylemek Lazım" yarışmasıyla yeniden gündeme gelen Özdemir Erdoğan eşinin Sabetayist olduğunu 30 yıl sonra öğrenmiş. 

Erdoğan o anı şöyle anlatıyor: 



"Eşimin ailesinin Sabetayist olduğunu, evliliğimizin 30. yılında öğrendim. İlişkilerimiz hiçbir zaman eskisi gibi olmadı tabii. Bende çok büyük bir düş kırıklığı oluşturdu. Hayatımdaki en büyük üzüntülerden bir tanesini yaşadım. Bu durum benim çok ağrıma gitti. Çünkü evlilik içerisinde bir kültürel çatışma ortamı oluşturuyor. Bu durum benden niçin gizlendi çok merak ediyorum. Sabetayizmde bir önyargı var, bir ön hedef, gizli bir yapı var. Böyle bir şey aile içerisinde kabul edilemez. Özellikle mütedeyyin insanlara karşı bir önyargı var. "

Kaynak: Zaman

O, bir CIA ajanında başka bir şey değildi; Usame bin Ladin...

O, bir CIA ajanında başka bir şey değildi; Usame bin Ladin...
O, bir CIA ajanında başka bir şey değildi; Usame bin Ladin...

11 Eylül sabahı, haber kanalı CNN tarafından Dünya Ticaret Merkezi'nin kulelerinden birinin alevler içindeki ilk görüntüleri yayınlanmıştı. Bunun kaza mı, yoksa bir saldırı mı olduğu henüz bilinmezken, CNN spikerleri, Üsame Bin Ladin'in bu olaydan sorumlu olabileceğin­den bahsetmişlerdi. Zamanla bu hipotez, insanî açıdan kabul edilebilir tek açıklama olarak benimsenmiştir. Böylesi barbarca saldırıların, yalnızca, medenî dünyaya tamamen yabancı olan, Batıya karşı akıl almaz bir nef­retle dolu ve elleri kanlı birisinin eseri olabilirdi.

Bu ca­navar çoktan belirlenmişti bile: ABD'nin bir numaralı düşmanı Üsame Bin Ladin. Söylenti, ilk önce "genelde iyi bilgilere sahip" veya "soruşturmaya yakın kaynaklar­ca" basına verilen gizli bilgilerle beslenmiş, Colin Powell kamuoyu karşısında Bin Ladin'i "zanlı" olarak nite­lediğinde resmileşmiş veGeorge W. Bush onu suçlu ola­rak gösterdiğinde de dogma haline gelmiştir.

Bugüne kadar bu suçlama kamuoyu önünde açıklanmamıştı. Amerikan otoriteleri, Üsame Bin Ladin'in kendilerince itiraf niteliğindeki video kasetini yayınladıklarında, bu­nun yeterli olduğunu düşünerek, ispatlama ihtiyacı duymamışlardı.

Usame Bin Ladin1, 1931'de Saudi Binladin Group'un (SBG) kurucusu olan şeyh Muhammed Bin Ladin'in elli dört çocuğundan birisidir. Suudi Arabistan'ın en büyük holdingi olan bu holding, cirosunun yarısını inşaat ve kamu işlerinde, diğer yarısını da mühendislik, gayri menkul, dağıtım, telekomünikasyon ve yayın alanların­dan elde ediyordu. Holding, İsviçre Yatırım Şirketi olan SİCO'yu (Saudi İnvestment Company) kurmuştur. Bu şir­ket de, Suudi National Commercial Bank'ın şubeleriyle birlikte birkaç şirket açmıştır. SBG, General Electric, Nortel Networks ve Cadbury Schvveppes'de önemli katı­lım paylarına sahiptir. ABD'deki sanayi faaliyetlerini, Muhammed el-Fayed'in eski kayınbiraderiAdnan Kaşık­çı temsil etmektedir. Holdingin parasal malvarlığı ise Cariyle Group tarafından idare edilmektedir.

Dr. Goebbels'in vasiyeti uygulama görevlisi, terörist Carlos'un koruyucusu ve Binladin Group'un danışmanı Nazi ban­kacı François Genoud, 1996'ya kadar Holding'in şubele­rini kurma işlerini gerçekleştirmişti. Binladin Group, Suud-Vehhabi rejiminin ayrılmaz bir parçasıdır; öyle ki çok uzun bir süre Mekke ve Medine gibi kutsal mekanların onarımının tek ve resmi müteahhidi olmuştur. Aynı şe­kilde Suudi Arabistan'daki ABD askeri üslerinin yapımı­nı ve Körfez Savaşı’ndan sonra Kuveyt'in inşaatını üst­lenmiş, Bağımsız Devletler Topluluğu pazarının büyük bir kısmını o almıştır. Şeyh Muhammed Bin Ladin'in 1968'de kaza sonucu vefatından sonra büyük oğlu Salem işlerin başına geçmiştir. Salem Bin Ladin de, 1988'de Teksas'ta vuku bulan bir uçak kazası sonucu vefat et­miştir. Artık Binladin Group, kurucusunun ikinci oğlu Bekr tarafından yönetilmektedir.


1957'de doğan Üsame, Kral Abdulaziz Üniversitesi İk­tisadi ve İdari Bilimler mezunudur. Zeki bir işadamı ola­rak bilinmektedir. Üsame Bin Ladin, Aralık 1979'da vasi­si Prens Türki el-Faysal el-Suud (1977’den 2001'e kadar Suud gizli servisleri müdürü) tarafından CIA'nın Afganis­tan'daki gizli harekatını, parasal olarak yönetmek için çağrılmıştır. On yıl içinde CIA, Sovyetler Birliği'ni başarı­sız kılmak için Afganistan'a 2 milyar dolar para yatırmış­tır; bu harekat, CIA'nın bugüne kadar gerçekleştirdiği en pahalı harekat olmuştur. Suud ve ABD servisleri, mili­tanları toplamış, bunları eğitmiş, silahlandırmış, Sovyetler'e karşı verilen savaşı bir cihad adı altında manipüle edip kullanmıştır.2Üsame Bin Ladin, bu kural dışı dün­yanın ihtiyaçlarını "el-Kaide" (tam anlamıyla "üs") siste­mi üzerinden idare etmiştir.

Rusya'nın yenilgisinden sonra ABD, Kızıl Ordu'ya kar­şı savaşmak için Arap-İslam aleminin her bölgesinden topladıkları savaş liderlerinin ve mücahidlerin eline bı­raktıkları Afganistan'a karşı tamamen ilgisiz kalmıştır. Üsame Bin Ladin, o andan itibaren CIA için çalışmayı bı­rakmış ve bu savaşçıları kendi çıkarları için bir araya toplamıştır. 1990'da Suud Krallığı'na, laik Saddam Hüse­yin mürtedini, Kuveyt'ten çıkarmak için el-Kaide'yi kullan­mayı teklif etmiştir. Suudi Arabistan'ın, Baba BushDick Cheney (o zamanlar Savunma Bakanı) ve Colin Powell (o zamanlar Genel Kurmay Başkanı) tarafından yönetilen ko­alisyonu tercih etmesinden hiç hoşlanmamıştır.

O andan itibaren İslamcılar iki gruba ayrılmışlardır: Amerikan-Suudi müttefiki ve muhalifi. Üsame Bin Ladin, Sudanlı lider Hassan el-Turabi'nin yönettiği ve araların­da Yaser Arafat'ın da bulunduğu Amerikan muhalifi gru­bun içinde yer almıştır. Birlikte Hartum'da Arap ve İslam Halkları Konferansı'na katılmışlardır.

1992'de ABDBM'nin himayesi altında "umudu geri ge­tirmek" için (Restore Hope) Somali'ye çıkartma yapmış­tır. Birkaç eski Afganistan savaşçısı US GI'lere karşı ateş açmıştır. Düzenledikleri bu harekatta 18 Amerikan askeri ölmüştür. ABD, Usame Bin Ladin'i bu hadisenin so­rumlusu olarak göstermiş ve bunun üzerine ABD ordu­su, apar topar bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Arap-İslam kolektif tahayyülünde Bin Ladin, Sovyetleri yendikten sonra Amerikalıları da hezimete uğratan bir sembol haline gelmişti.


Tüm bunlardan sonra Üsame Bin Ladin, Suud vatan­daşlığından çıkarılmış ve Sudan'a yerleşmiştir. Aile bağ­larını koparmış ve 300 milyon dolar civarında olduğu dü­şünülen miras hakkını almıştır.3 Bu parayı, birkaç banka, tarım-gıda ve yerel dağıtım şirketlerini kurmak için kul­lanmıştır.

Önce Albay Ömer Hasan el-Beşir'in sonra da Hassan el-Turabi'nin desteğiyle, Sudan'da çeşitli şirket­ler kurmuş, bir havaalanı ve bir çok yol inşa etmiş, bir boru hattı projesini hayata geçirmiştir. Bu dönemde Arap zamkı üretiminin çoğunluğunu denetlemekteydi. Bu yaptığı yatırımlara rağmen, Üsame Bin Ladin'i Başba­kan Hüsnü Mübarek'e yönelik suikast düzenlemekle suç­layan Mısır'ın baskısı sonucu 1996'da Sudan'dan sınır dı­şı edilmiştir. O da Afganistan'a dönmüştür.

Haziran 1996'da Suudi Arabistan'da Hobar Askeri Üssü'ne yapılan bir saldırıda 19 Amerikan askeri, hayatını kaybetti. ABD, Usame Bin Ladin'i bu eylemin finansörü olarak göstermiştir. Buna cevap olarak Üsame Bin La­din, ünlü "Arap yarımadasından putperestleri çıkartın" sözüyle Cihad silahını Amerika ve İsrail'e karşı çevir­miştir. (Burada yazar meşhur sözü derken "Onların sizi yurtlarınızdan çıkardığı gibi siz de onları yurtlarından çıkarın" şeklindeki ayeti kastediyor olabilir, çev.)
Böylece C1A ile birlikte Afganistan'da Rusya'ya karşı kullandığı "işgal altında bulunan İslam toprakları­nı kurtarmak, her Müslüman'ın kutsal görevidir" argü­manını bu kez ABD'ye karşı kullanmıştır. Tabi burada Sovyetlerin kanlı Afganistan işgaliyle Suudi Arabis­tan'daki ABD askeri üslerinin, yönetimin onayıyla yer­leşmiş olmasını birbiriyle mukayese etmek biraz güç­tür.

Milyarderin çağrısı Müslüman halklarda pek yankı bulmadığı için 1998'de Mısır lideri Eymen el-Zavahiri ile birlikte Yahudi ve Haçlılara Karşı Uluslararası İslami Cephe'yi kurdu.

7 Ağustos 1998'de iki saldırı, Darü's-Selam (Tanzan­ya) ve Nairobi (Kenya) Amerikan Büyükelçiliklerini yer­le bir etti; saldırı sonucunda 290 kişi öldü ve 4 bin beş yüzden fazla kişi yaralandı. Olayların hemen akabinde ABD, Üsame Bin Ladin'i bu saldırıları emretmekle suçla­dı. Saldırılara cevaben Başkan Bill Clinton, Afganis­tan'daki Celalabad'daki Hoşt kamplarına ve Sudan'daki El-Şifa İlaç Fabrikası'na savaş gemilerinden 75 füze fırlat­tı. Tüm bu gelişmeler üzerine FBI, Bin Ladin'i suçlu ilan etti ve başına beş milyon dolarlık bir ödül koymakla kal­mayıp bütün parasal mal varlığını dondurdu.


12 Ekim 2000'de, patlayıcı yüklü bir botla yapılan sal­dırıda Yemen'in Aden Körfezi'nde yolda kalanUS Cole destroyeri zarar gördü, 17 asker öldü ve 39'u da yaralandı. ABD, Usame Bin Ladin'i saldırıyı emretmekle suç­ladı.
8 Mayıs 2001'de Donald Rumsfeld, ABD'nin Bir Numa­ralı Düşmanının bakteriyolojik ve kimyasal silahlara sa­hip olduğu gibi bir atom bombası hazırlığı içinde oldu­ğunu ve uzaya bir uydu göndereceğini açıkladı.

Frontline (PBS) Dergisi4 ile mülakat yapan Milton Bearden (Seksenli yıllarda Sudan'da eski CIA görev başkanı ve ClA'nın Afganistan'daki gizli harekatlarınıönemli sorumlularından.) şüphelerini şöyle ifade etmiştir: "Her şeyi böylesine aşırı bir şekilde basitleştirmek ve onunla [Usame Bin Ladin], son on yılda vuku bulan bütün terörist ey­lemler arasında ilişki kurmak, birçok Amerikalının [zekasına] hakarettir. Bu da müttefiklerimizin bizi bu konuda ciddiye almalarını pek sağlamıyor."

1994'de emekliliğe ayrıldığında tekrar konuşma özgürlüğüne kavuşan Milton Bearden, şöyle devam etmektedir:

"Bütün bu söyle­nenlerde birçok hayal ürünü unsur bulunuyor. Üsame Bin Ladin mitolojisidir bu. Şovun bir parçasıdır. Ulusal bir düşmanımız yok. "Kötülük İmparatorluğu"nun [Rusya] 1991'de yıkılmasından beri ulusal bir düşmanı­mız yok. Ve sanıyorum bunu seviyoruz. Hepimiz [gerçek terörizmin] dramatik bir şekilde karakter değiştirdiği bir dönemde, bu gizemli ve tuhaf uluslararası terörizmi se­viyoruz."


Her ne olursa olsun "the show must go on" 5: ABD, Usame Bin Ladin'i 11 Eylül saldırılarını emretmekle suç­ladı.

Şansölyeliklerin şüpheci yaklaşımı karşısında (NBC) televizyonunda yayınlanan Meet the Press adlı programın davetlisi olan Dışişleri Bakanı Colin Powell şunları ifade etmiştir: "Bütün adli bilgileri ve haberleri birleştirmek için çok gayret sarf ediyoruz. Sanırım yakın bir gelecekte, Bin Ladin'in bu saldırılarla ilişkisi olduğu­nu gösteren kanıtları açıkça ortaya koyan bir dokümanı yayınlayabileceğiz."6Bir çok kez bahsi geçen bu dokü­man hiç yayınlanmadı.


4 Ekim, İngiltere Başbakanı Tony Blair, Avam Kama­rasına Amerika Birleşik Devletleri'nde gerçekleştirilen te­rörist canavarlıkların sorumluluğu başlıklı bir rapor sundu.7 Raporda argüman olarak şunu okuyabiliriz: "Usame Bin Ladin'in yönettiği El-Kaide örgütü dışında 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirebilecek ve bunun için nedenle­ri olan başka hiçbir örgüt bulunmamaktadır."

Aynı gün Pakistan Dışişleri Bakanı Riyaz Muhammed Han, Amerikalıların, hükümetlerine ilettikleri"kanıtla­rın"[Bin Ladin'i] adalet karşısına çıkarmaya yetecek te­melleri sunduğunu" açıkladı. Bu "kanıtlar" Savunmasının (Secret-Defence) olarak görüldüğü için hiçbir zaman kamuoyuna açıklanmadı.

7 Ekim, Amerikan ve İngiliz Büyükelçileri, ülkelerinin Afganistan'da başlattığı askeri harekatı BM'ye haber verdi.8 Olayla ilgili olarak John Negroponte (ABD) şöyle yazdı: "Hükümetim, Afganistan'da Taliban rejimi tarafın­dan desteklenen El-Kaide örgütünün saldırılarda önemli rol oynadığını gösteren açık ve tartışılmaz bilgiler elde etmiştir." Bu "açık ve tartışılmazbilgiler, Güvenlik Kon­seyine hiçbir zaman sunulmadı.


10 Kasım, Sunday Telegraph, Üsame Bin Ladin'in saldı­rıları üstlendiği bir video-kasetin (20 Ekim'de çekilmiş) varlığını açıkladı: "İkiz kuleler meşru hedeflerdi. Ameri­kan ekonomik gücünün temel direklerinden birini oluştu­ruyordu. Bu olaylar, her açıdan muhteşemdi. Yok edilen yalnızca ikiz kuleler değil; aynı zamanda ülkenin morali­dir."

Bin Ladin video kasette Amerikan Başkanını ve İngil­tere Başbakanını tehdit ediyordu: "Bush ve Blair, şiddet­ten başka bir şeyden anlamıyorlar. Bizi her öldürdüklerinde, biz de onları öldürüyoruz, bunu da güçler arasında bir denge oluşması için yapıyoruz."

Avam Kamarası'na kasetin bir numunesini seyrettiğini bildiren Tony Blair, aynı gün bu açıklamaları doğruladı. Bu gizemli kaset, Bla­ir raporunun güncelleştirilmiş versiyonunda zikredilmiş­tir.9 Aslında bu, El-Cezire haber kanalının gerçekleştirdiği ve CNN'in Ocak 2002'de yayınladığı bir mülakattır.


Fakat beklenmedik bir olay vuku buldu: 9 Aralık, Was­hington Post, yeni bir video kasetin varlığını "manşetten" haber verdi.10 Bir numaralı düşmanın bir yakını tarafın­dan 11 Eylül günü çekilmiş olan kasette Usame Bin La­dinin olaylara gösterdiği tepkiler görüntülenmiş, böyle­ce saldırıların planlanmasındaki sorumluluğu ABD'nin gözünde kesinleşmişti. Adı verilmeyen resmi bir şahsi­yetin sözlerini aktaran Reuter'e göre El-Kaide'nin lideri, kasette hava korsanlarının birçoğunun kamikaze olma­dıklarını ve öleceklerini bilmediklerini söylemiştir.


This Week"in (ABC) misafiri oları Savunma Bakanı Yardımcısı Paul WoIfowitz şu yorumu getirmiştir: "İğ­rençlik. Demek istiyorum ki binlerce masum insanı öl­dürmekten kıvanç duyan ve hoşlanan bir adam bu. Bun­lar onun hakkında bildiğimiz her şeyi teyit ediyor. Bura­da yeni veya şaşırtıcı bir şey yok. Sadece bir teyittir. Di­lerim bu da ABD'nin veya başka birisinin suçlu olduğu­nu söyleyen komplo teorisi saçmalıklarını tamamen susturacaktır.” 11


Bu kaset Pentagon tarafından 13 Aralık 2001'de yayınlandı. Üsame Bin Ladin bu kasette gerçeklerden çok uzak olduğunu bildiğimiz olayların resmi versiyonuna noktası noktasına uygun olan "itiraflar"da bulunur.

"Uçağın yakıtında meydana gelen yangının [Dünya Ti­caret Merkezi’nin] metalik yapısını eriteceğini ve çarpış­manın olduğu yeri ve üst katlarını yıkacağını düşünmüş­tüm. Bu kadarını umut ediyorduk. (...) 0 gün için işimizi bitirmiş ve radyoyu açmıştık. (...) Washington'dan ha­ber almak için radyo kanalını değiştirmiştik. Haber prog­ramı normal yayınına devam ediyordu. Saldırıdan sade­ce programın sonunda bahsedildi. O zaman gazeteci, bir uçağın Dünya Ticaret Merkezi'ne vurduğunu haber ver­di. (...) Bir süre geçti, sonra Dünya Ticaret Merkezi'ne ikinci bir uçağın çarptığını söyledi. Haberi duyan kardeş­ler mutluluktan çılgına dönmüştü. (...) Eylemi yapan kar­deşlerin bildikleri tek şey şehit olacakları bir eylem dü­zenleyecekleriydi ve her birinden Amerika'ya gitmeleri­ni istedik, ama eylem hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı, tek bir kelime bile. Eğitim görmüşlerdi. Ama onlara ey­lem hakkında uçaklara binene kadar hiçbir şey söyleme­dik. (...) Birinci uçak binaya çarptığında delice sevindiler ve onlara şöyle dedim: "Sabırlı olun" (...). Kuleye çarpan birinci uçak ile ikinci uçak arasındaki süre yirmi dakika­lıktı ve birinci uçak ile Pentagon'a düşen uçak arasında­ki zaman bir saatti."12


Ajan Bin Ladin hem yakıttan dolayı kulelerin yıkılma­sını, hem kamikaze ekip hikayesini, hem de Pentagon'da vuku bulan crash'ın(çarpmanın) hikayesini doğrulamış ve apaçık olanı yalanlamak için büyük özen göstermiştir. Video kaset, arkadaşının şu yorumuyla bitmiştir: "[Amerikalılar] kor­kudan donmuşlardı ve bir darbe olduğunu sanmışlardı". Bunu, ABD'nin bir numaralı düşmanı söylüyorsa artık...


11 Eylül saldırılarında sabıkalı Üsame Bin Ladin'in suçluluğu artık kuşku uyandırmamaktadır; çünkü olma­mış eylemleri bile itiraf etmiştir. Bizi burada ilgilendiren Bin Ladin CIA ile ilişkilerini gerçekten kesmiş miydi ve Amerika'nın düşmanı olmuş muydu?

1987'den 1998'e kadar El-Kaide savaşçılarının eğitimi, ABD ordusuna girmiş olan Mısırlı subay Ali Muhammed tarafından yönetilmekteydi. Muhammed, nüfuz ağlarının -yani staybehind- en gizli üyelerinin eğitim aldıkları John Kennedy Special Warfare Center and School'da ve aynı zamanda da ilginç bir şekilde özel US Force subay­larına ders vermekteydi.13

Amerikan Gizli Servisleri Gü­venlik Kurallarını iyi bilen -ki bu kurallar ajanların birbir­lerini sürekli denetlemesini öngörmektedir- Ali Muhammed'in, anlaşılmadan aynı anda hem ABD'deki bir aske­ri üstde hem de Sudan'da ve Afganistan'da El-Kaide kamplarında çalışabilmesi mümkün müdür? 1998 sonla­rında Ali Muhammed'in medyatik bir şekilde tutuklan­ması, stay-behind'in El-Kaide savaşçılarını eğittiğini ört-bas etmeye kafi olmamıştır. Dolayısıyla Usame Bin La­din'in en azından 1998'e kadar CIA adına çalıştığı ortaya çıkmıştır!


Üsame Bin Ladin efsanesinin baştan sona CIA tarafın­dan üretilmiş bir paravan olduğunu görmemek mümkün mü? Böylece bizlere, Bin Ladin'in yirmi kişilik bir savaş­çı grubuyla dünyanın en güçlü ordusunu Somali dışına postaladığına inandırmaya çalışmışlardır!

Nairobi ve Darüs-Selam saldırıları Amerika karşıtı ey­lemler olarak sunuldu. Oysa Darüs-Selam'da ölen 11 ki­şiden hiçbiri Amerikalı değildi ve Nairobi'de ölen 293 ki­şiden sadece on ikisi Amerikalıydı. Bu sahte Amerika karşıtı saldırıları düzenleyenler, bunun sonuçlarını baş­kalarına ödetmekte itina göstermişlerdir.14

Aslında CIA, Sovyetler'e karşı yaptığı gibi Rus etkisine karşı Usame Bin Ladin'in hizmetlerine başvurmaya devam etmiştir. Başarı gösteren bir ekip tabi ki değişti­rilmez. 1999'da Belgrat dikta rejimine karşı Kosova is­yancılarını desteklemek için "Arap birliği" El-Kaide'yi kullanmıştır.15 New York Times'ın16 da teyit ettiği gibi bu örgüt en azından Kasım 200l'e kadar Çeçenistan'da iş­levseldi. Bin Ladin'in Amerika'ya karşı sözüm ona düş­manlığı, Washington'un bu karışık işlerdeki sorumluluk­larını inkar etmesini sağlamıştır.


CIA ile Bin Ladin arasındaki ilişki, 1998'de kesilmedi.


Bin Ladin, ciddi bir hastalık sonucu 4-14 Temmuz tarih­leri arasında Dubai'deki Amerikan hastanesinde tedavi görmüştür. "Hastanede bulunduğu sürede ailesinden üyeler, Suud ve Emirlikler'den önemli şahsiyetler [onu] ziyaret etmiştir. Yine bu dönemde Dubai'de birçok kişi­nin tanıdığı CIA bölge temsilcisinin, Üsame Bin Ladin'in odasına gitmek üzere büyük asansöre bindiği görülmüş­tür." diye yazmıştır Le Figaro17

"11 Eylül saldırılarından bir gece önce Üsame Bin La­din Pakistan'da bulunuyordu. (...) Diyaliz makinesine girmek için gizlice Ravalpindi'deki askerî bir hastaneye alınmıştır." diye aktarmıştır CBS'in muhabiri.18

Bu ay öne çıkanlar